This Article has been Published first at gazeteduvar in Turkish
For the English Version, Please check the Iran from December to August – Part one: Aspects of an Uprising
DUVAR – 28 Aralık 2017’de, Meşhed’te İran’ı sarsacak günlerin başlangıcı olan bir eylem düzenlendi. Meşhed İran’ın kuzeydoğusunda olan bir büyük şehirdir ve aynı zamanda Şii İslamı’n sekizinci imamı olan İmam Rıza’nın türbesinin yer aldığı bu şehir ülkenin en önemli muhafazakar şehirlerinden biri sayılmaktadır. Buna ilaveten, ‘Astan-e Kudüs eRazavi’ olarak bilinen Türbe Teşkilatı ve onun mali imparatorluğu, çok sayıda fabrika, arsa, bağ, AVM, ticari ve finans kurumları dahil olmak üzere, İran siyasi elitlerinin önemli, etkili bir kısmının bu bölgede yoğunlaşmasına neden olmuştur.
Başlangıçta, eylemlerin kendiliğinden olması ve reformist Ruhani hükümetine karşı atılan tiz sloganlar atılması, birçok reformistin ve hükümet yanlısı olan gazetecilerin ayaklanmaların yayılmasından dolayı birbirlerine girmelerine yol açtı. Bazı gazeteciler, bu eylemleri muhafazakarlara ve onların arkasındaki askeri kurumlara, özellikle Mayıs 2017’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminde Ruhani’nın rakibi olan, Meşhed’te doğan ve ‘Astan-e Kudüs-e Razavi’nin başkanı olan İbrahim Reisi’ye karşı bir protesto olarak yorumladılar.
Reformistler bu ayaklanmaların hedefinin Ruhani hükümetinin köktenci ve muhafazakar muhaliflere karşı olduğunu iddia ettiler. Fakat bu gibi iddialar, ayaklanmanın yaklaşık 80 kente yayılması ve birçok devlet kurumunu hedef alması ile birlikte çürütüldü. Bu eylemlerin hızlı gelişmesinin nedeni 48 saatten bile az bir zaman dilimi içerisinde yükselen fiyatlarda bulundu. Normalde büyük şehirlerde başlamış ve son 20 yıl içerisindeki politik protestolardan farklı olan bu ayaklanmalar, bilhassa marjinalleştirilmekten muzdarip küçük şehirlere ve yoksul mahallelere süratle yayıldı.
Protestolar, sokak eylemlerinin ve hayat pahalılığına karşı atılan sloganların ötesine geçti. Devlet daireleri, bankalar ve devletin askeri ve istihbarat aygıtlarına bağlı olan mali ve kredi kuruluşları bile hedef alındı. Bazı şehirlerde, valilikler, adliye bölümleri ve cuma namazı imamlarının ofislerinde işgal eylemleri gerçekleşti. Devlet tarafından protestocuların öldürülmesiyle ilgili sunulan ilk kısıtlı raporlar eylemleri daha da radikalleştirdi. İran’ın güneybatısındaki küçük bir şehir olan Izeh, birkaç saatliğine, hükümet tekrar şehri ele geçirmek için komşu şehirlerden asker gönderene kadar, protestocuların kontrolündeydi. Sonunda, birçok şehir ve kasabada sıkıyönetim ilan edilmesi ve bazı kanlı çatışmalardan sonra, ayaklanmalar 6 ve 7 Ocak 2018 civarında bastırıldı.
AYAKLANMALARIN KAYNAĞI NEDİR?
1988’de İran ile Irak arasındaki savaşın sona ermesi ile birlikte, İslam Cumhuriyeti bir dizi neoliberal politika uygulamaya başladı. Bu politikalar, İran’ın konumunu küresel pazarda garantiye almak üzere WTO, IMF ve Dünya Bankası’nın önerileri ile aynı doğrultuya getirdi. Ali Ekber Haşimi Rafsancani, Muhammed Hatemi, Mahmud Ahmadinejad ve Hasan Ruhani- karşıt siyasi hizipler olarak görünmelerine rağmen- İran ekonomisinin başarılı neoliberalleşmesinde her biri kritik bir rol oynamıştır. Bu neoliberal politikalar kamu varlıklarının gittikçe özelleştirilmesi, yöneticilerin menfaatine iş hukukunda reformlar yapılması ve sosyal güvencelerin kısıtlanmasını kapsıyordu. Haşimi Rafsancani’nin hükümeti döneminde grevler ve protestolar; Meşhed, Kazvin, Zencan ve İslamşehr’da vahşice bastırıldı. Kerman ilinde Hatun Abad bakır madeninde çalışan işçilere yönelik, kanlı askeri baskı ve bağımsız örgüt kurma haklarının tanınmasını isteyen emek aktivistlerinin toplu olarak gözaltına alınmaları gibi olaylar da Muhammed Hatemi’nin döneminde önemliydi. Birçok işçi de, Ahmedinejad döneminde, bazı bağımsız emek örgütlerine katıldıkları için ağır hapis cezalarına çarptırılmıştı.
2013’de iktidara geldikten sonra Ruhani hükümeti, Mahmud Ahmedinejad’ın giriştiği bu ekonomi politikalarının uygulanmasına devam etmek zorunda kaldı. Ruhani hükümetinin tarihsel ve sınıfsal görevleri göz önünde tutulursa, onun yönetimi emniyet ve istihbarat birimlerinde geçmişi olan noeliberal iktisatçılar ile devlet adamlarının kombinasyonu idi. Unutulmamalı ki Hassan Ruhani’nin kendisi de İran’ın en önemli güvenlik merkezlerinde yıllarca görev almıştır ve İslam Cumhuriyeti’nin güvenlik politikalarının bir kısmını kanunlaştırma yetkisine sahip olan Stratejik Araştırma Merkezi ve Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi’inde çalışıp ‘İran-Contra’ skandalıyla sonuçlanan savaş ve silah ticaretinde de rol oynamıştır. Ruhani bu kurumlarda, Hesamodin Aşna, eski İstihbarat Bakan yardımcısı ve fiilen Cumhurbaşkanı Danışmanı ve Ali Rabiei, Ruhani hükümetinin eski Çalışma Bakanı ve İstihbarat Bakanlığı’nın evvelce sorgu yargıcısı gibi daha sonra kendi hükümetinde danışman veya bakan olarak yer alacak insanlarla tanışmıştı. Aynı zamanda, İran’ın uluslararası imajını iyileştirmekten sorumlu olan Ruhani ‘JCPOA’ olarak bilinen anlaşmaların temelini oluşturdu. Ana akım medya, İran’a karşı JCPOA yaptırımların giderek kaldırılmasına ve İran’ın nükleer programını nasıl durduracağına odaklanmış olsa bile, JCPOA’nın konuşulmamış yanı, Batılı yatırımcıların ülkeye giriş koşullarının hazırlanmasıydı. Dolayısıyla, Ruhani hükümeti Batı ile müzakereleri geliştirerek işçi sınıfı için iş güvencelerine saldırıp Batılı yatırımcılara ucuz ve itaatli bir işçi sınıfı yaratmıştır. Her ne kadar yasa değişikliği toplumsal direnişle karşı karşıya kalmış olsa ve 2017’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminin gündeminde yer almamış olsa bile, değişikliklerin en önemli hükümlerinden bazıları idari yönergeler haline gelip nihayetinde uygulanmıştır.
Ancak bu neoliberal politikalar uygulanırken aynı zamanda yoksulların protestolarında bir dev dalgaya yol açtı. Grev dalgaları fabrikalarda ve sanayi şehirlerde başlayıp Hepco Arak Fabrikası, Haft Tappeh Şeker Kamışı Fabrikası ve Azarab Sanayi Şirketi gibi sanayi merkezlerindeki eylemlere sebep oldu. Hatemi’nin ikinci hükümeti döneminde kurulan ve birçok grev ve protesto eylemi düzenleyen ‘Muallim Şuraları’ sokaklara döküldü ve daha da radikalleşerek eğitimin özelleştirilmesine ve öğretmenlerin haklarının gasp edilmesine karşı mücadele verdiler. Değeri düşürülmüş sosyal güvenceleri hükümetin neoliberal politikalarının hedeflerinden biri olan emekliler, birçok kez devlet kurumlarının önünde toplanarak, adım adım ‘Emeklilerin Sendikası’ gibi birlikleri oluşturdular. Ruhani’nin popülist ve güvenlik odaklı politikalarının sonucu olan üniversitelerin apolitikleşmesinden mütevellit boşlukta ‘Öğrenci Şuraları’ hükümetin yüksek öğrenime yönelik özelleştirme politikalarına karşı direnişin ön saflarında yer aldı.
‘Tahran ve Yöresi Otobüs Şirketi İşçileri Sendikası’, ‘Haft Tappeh İşçilerin Sendikası’, ‘Bağımsız İşçi Sendikası’ ve ‘İşçi Derneklerinin Kurulmasına Yardım Koordinasyon Komitesi’ gibi işçi örgütleri birkaç sene önce kurulmuştu fakat Ahmedinejad dönemindeki baskıdan dolayı güçleri tükenmişti ama bu yeni koşullar altında yeniden aktif hale geldiler. Üstelik, askeri kurumlara ya da onlarla bağlantılı bireylere doğrudan ya da dolaylı olarak bağlı olan finans ve kredi kurumlarında yatırım yapan ve kısıtlı birikimlerini kaybeden dolandırılmış mevduat sahipleri de vardı. Mali kuruluşların peş peşe iflaslarından sonra bütün birikimlerini kaybeden bu insanlar, sokaklara dökülmeye ve protesto etmeye başladılar.
Bu protestoların ve çatışmaların sınıfsal içeriği, doğal bir süreçteki mücadelelerde birbiriyle bağlantılı fakat farklı olan geçici güçler arasında organik bağlar yaratmış oldu ki bu bazen aralarındaki muvakkat işbirliği biçimine de dönüşmüştür. Örneğin, hükümetin kanun tasarısını protesto etmek için kurulan ‘Staj’a Karşı Kampanya’nın oluşturulması sırasında, öğrenci şuralarından, emekçi, emekli ve öğretmenlerin örgütlerine çeşitli güçler de bir araya geldiler. Staj Planı, yeniden seçilmesinden yalnızca birkaç gün sonra Ruhani hükümeti tarafından onaylanmıştı. Staj Planı’na göre, mezun olan öğrenciler, bir süre sigorta ve iş sözleşmeleri olmaksızın sanayi merkezlerine ve fabrikalara ücretsiz ya da çok ucuz işgücü olarak sunulacaklardı.
O ALTIN ARALIK
Aralık Ayaklanması sırasında, sonsuza kadar bitmiş gibi görünen, her zaman devletin çeşitli fraksiyonlarının çatışmaları ve farklılıklarında ortaya çıkan söylem, neredeyse yirmi yıldır hegemonik bir söylem haline gelmiştir. Bu söyleme göre, durumu düzeltmenin tek yolu radikal bir biçimde bir şeyi ya da her şeyi değiştirmek değil, hükümetin aşırı sağ kanadına karşı ılımlı fraksiyonunu güçlendirmektir. Ancak, bu ifade, ‘Ilımlılar’ denen fraksiyonun doğasında bir değişim olması noktasında sessiz kalmıştır. Muhammed Hatemi’nin Cumhurbaşkanlığı döneminde, onun reformist destekçileri, Ali Ekber Haşimi Rafsancani’nin ve ona yakın olan güçlere, örneğin Hassan Ruhani’ye karşı bir tutum sergileyerek Rafsancani’nin Cumhurbaşkanlığı dönemindeki kültürel ve siyasi politikalarını eleştirmişlerdir. Daha sonra, yalnızca Haşimi Rafsancani onların kurtuluş efsaneleri haline gelmekle kalmayıp, aynı zamanda Hassan Ruhani de Cumhurbaşkanlığı için en makbul reformist seçenek haline geldi. Aynı kişiler, 23 Mayıs 1997 seçiminden önce, Ali Ekber Nategh’in Muhammed Hatemi’ye karşı zafer kazanacağı takdirde, sokaklarda toplumsal cinsiyet ayrımcılığı politikasının yoğunlaşmasına bağlı olarak, ülkenin karanlık bir çağa sürükleneceğini iddia edenler şimdi Nategh Nuri ile aynı cephede yer almaktadırlar. Reformistler, son parlamento seçim kampanyalarında önde gelen muhafazakar figürlerin bazılarını dışlamak amacıyla, Uzmanlar Meclisi için seçim listesinde bir takım başka muhafazakarlara da yer ayırdılar; örneğin, 1988 yazında siyasi tutukluların toplu idamlarında en meşhur yargıçlardan birini ve İstihbarat Bakanlığı’nın 1997 sonbaharında İslam Cumhuriyeti’ne karşı çıkan bir dizi yazar ve figürü öldürdüğü bir zamanda İstihbarat Bakanlığı’ndan sorumlu olan bir başkasını kendi listelerine soktular.
Son yirmi yıldaki bu söylemsel hegemonya, küçük kasabalardan, yoksul mahallelerden, köylerden ya da gecekondu bölgelerinden gelen toplumun daha yoksul katmanlarının etkisini alaşağı etmiştir. Bu bölgelerin muhafazakarlık ve gericiliğin kalesi olduğu inancı çok yaygındı ve dolayısıyla burjuva orta sınıfı, özellikle büyük kent merkezlerindeki üst sınıflar, değişimin tek gerçek gücü olarak düşünülmekteydi. Bu klişelere inananlar, hukukun üstünlüğü, bireysel özgürlükler, yaşam tarzı hareketleri gibi modern yaşam denen şeyin ön koşullarına sadık olan ve diğerlerinden çok, Batı uygarlığı tarafından büyülenen İran toplumunun yalnızca bir parçasıydı; başka bir ifade ile, reformistlerin, diğer güçlerin ortadan kaldırılmasıyla birlikte politik olarak temsil edebildikleri vatandaşlar.
Bu söylem, her zaman siyasetin tek olası yolunun seçim siyaseti olduğunu savunmuştur. Büyük şehirlerdeki reformistlerin aldığı oylara ve oy kullanmadıkları küçük kasaba ve köylerin oylarının sayısına dayanılarak; köylüler, yoksul mahallelerdeki ve gecekondulardaki insanlar daha da marjinalleştirildi. Bununla birlikte, eğer bazı muhafazakarlar bu bölgelerdeki kamuoyunun ilgisini çekebildiyse, bu durum reformistlerin açıkça o insanları ihmal etmelerinden kaynaklanmıştır. Buna karşın, Mahmud Ahmedinejad’in fraksiyonu ve onun destekçileri gibi muhafazakarların bir kısmı -ekonomik politikaları açısından reformist mevkidaşlarından çok az farklılık göstermelerine rağmen- reformistlerin aristokrasisine karşı alt sınıflarla bağlantılı olduklarını aslında kendi sözleriyle popülist bir şekilde ortaya koyuyorlardı.
Aralık ayaklanması sırasındaki başka bir kopuş, burjuva orta sınıfın özgürleştirici potansiyelinin bir efsane olduğunu temsil ediyordu. Büyük şehirlerde yaşayan oy kullanma hayranları, mülksüzleştirilenlerin giderek artan sefaletlerini sessizce izliyorken, siyasete müdahale etme niteliğine sahip olmayanlar olarak düşünülen insanlar birdenbire İran’in bütün siyasi imajını değiştirdiler. ‘Reformistler, muhafazakarlar, artık maceranız bitmiştir’ sloganını atarak bu insanlar, İran siyasetinde yeni bir dönemin başladığını duyurdular; bu yeni dönemde, siyaset artık reformistler ve muhafazakarlar arasındaki bir alan değil, devletin ve tüm iç kesimlerinin bütünlüğüne karşı kendi kaderlerini doğrudan belirlemek isteyenlerin ortak mücadele alanıdır.
Dolayısıyla, ayaklanmanın başlangıcından itibaren, reformistler ve onların organik orta sınıf aydınları farklı formülasyonlarla bu ayaklanmaya karşı çıktılar. Hamidreza Jalaeipour (en önemli Hatemi-yanlısı eski gazetelerinden baş editörü ve Mahabaad’ın eski valisi) ve Abbas Abdi (Hatemi’nin yakın bir danışmanı ve İmam Hattının Müslüman Öğrenci Takipçileri’nden biri) gibi önemli figürlerden bazıları protestocuları ‘akbaba’ olarak adlandırıp güvenlik ve polis güçlerinin ‘ayaklanma’yı bastırmalarını talep ettiler. Reformist destekçileri, sanal ağlarda ve ana akım medyada yapılan röportajlarda ‘ayaklanmalar’ı şüpheli olarak adlandırıp onları Devrim Muhafızları, Ruhani’ye karşı Cuma Namazı’nın imamları, Suudi Arabistan ve ABD’ye kadar geniş bir yelpazeye bağladılar. Cumhurbaşkanı ve hükümet yetkilileri, ihtilalcilerle ilgili kararlı bir yaklaşım sergilemeleri ve ihtilali olabildiğince en kısa zamanda bitirmeleri gerektiğini belirttiler.
Bu koşullarda, Aralık ayaklanmasına katılan yaklaşık 40 kişi hayatını kaybetti. Belirsiz şartlar altında tutuklanan 10’dan fazla kişi öldürüldü ve diğerleri sokaklarda doğrudan ateşli silahlar aracılığıyla katledildi. Haberlere göre, İran genelinde Aralık ayaklanması sırasında 5 binden fazla kişi tutuklandı. Bu raporlardaki ‘neredeyse’ ya da ‘fazla’ gibi sözcüklerden kaynaklanan belirsizlik, doğru haber kaynaklarına erişimin zor ve yetersiz olmasından ileri gelmektedir. Bu durum, devletin gazetecilere karşı uyguladığı yoğun baskı ile daha da engellenmiştir. Bu engellemenin sebebi ise yayın organlarının çoğunun, Aralık ayaklanmasının büyük bir kısmını oluşturan toplumun en yoksul tabakalarına dair yaptığı haberler olmuştur.
Örneğin, hapis cezalarına çarptırılanlar ile ilgili az sayıdaki raporlardan birine göre, kuzey İran’da bulunan ve Hazar Denizi kıyısında olan Tonekabon kasabasında 8 kişi -üç işportacı, iki inşaat işçisi, bir kuaför, bir ayakkabıcı ve bir işsiz kişiye- çeşitli hapis cezaları verilmiştir. Bu insanlar, insan hakları aktivistlerine cezaları hakkında seslerini duyurmak için şanslı olsalar bile, tutukluların ve öldürülenlerin ailelerinin çoğu, bu gibi bilgilere erişmekten mahrum bırakılmıştır. Yine de, ayaklanma sırasında öldürülen protestocuların sayısı, İran rejiminin, özellikle hegemonik gündemin mevcut düzeni devirmek olduğu durumlarda, mülksüzleştirilenlerin isyanına daha çok maruz kalacağı gerçeğini göstermektedir. Haziran 2009’daki seçim sonuçlarını protesto etmeye başlayan ve yaklaşık iki yıl süren ‘Yeşil Hareketi’ adı altında 100’den fazla kişi öldürülürken, üstünden 10 gün bile geçmeyen bir ayaklanmada 40’e yakın kişi öldürüldü.
*Ağustos’ta protestoların ikinci dalgasını analiz eden ‘Sonuna Merhaba De’ olan bu yazının devamı yarın yayımlanacaktır.
Çeviren: Mehrdad Emami (emami.mehrdad.au@gmail.com)
Comment here